Bir Ekmek Öyküsü

05.07.2015 17:28

Bir Ekmek Hikayesi                                                                                          @ 28 Haziran 2014

Hatice Elveren Peköz (Senarist Yazar Kitap Edidörü)

Öykü

Mevsimlerden sonbahardı. Güneşin ışıkları usulca uzaklaşırken, gölgeler akşamın kızıllığında uzayıp gider, oradan da Demet kızın kızıl saçlarına yansıyıp sönerdi. O ise her şeyden habersiz annesinin korunaklı kollarında yaşarken, bütün kaygılardan uzaktı.

Demet gölgelerin loşluğunda, hayatının dönüm noktasından geçerken, yaşanacaklardan habersizdi. Ailesi yoksuldu, fakat küçük bahçesi olan eski evlerinde mutlu sayılırdı. Ama o, mutlu baharların bu kadar çabuk geçeceğini bilemezdi.

Demet dokuz yaşlarında, önce babasını kaybetmişti. Sonra Selvi annesi ile yedi yaşındaki Can kardeşiyle birlikte iki odalı evde yaşama tutunmaya çalıştı. Ne var ki Dedesi, anlayamadığı bir nedenle gelip giderek hır-gür çıkartıp, annesine gün-dışlık göstermezdi. Zamanla onun gereksiz kavgaları ile aile hayatını daha da zor ve çekilmez olmaya başlamıştı.

Onların bahçesinde, zamana direnen yaşlı bir ceviz ağacı vardı. Demet o ceviz ağacını çok severdi. Dedesinin gelişlerinde onun gölgesinden kaçarak orada kaybolmak, görünmez olmak isterdi.

Demet zamanla hayatın bir kıyısında durup ceviz ağacının dallardan, kendine mutlu ve korunaklı bir köşe seçmişti. Ceviz ağacı onun için bir kaçış yeri, limanı, en büyük sığınağıydı.

Demet, dedesinin gelip kasırgalar estirdiğine, gidip ceviz ağacının haşmetli dalları altına sığınır, orada fırtınaların geçmesini sabırla beklerdi. 

O, ceviz ağacıyla bir anlamda birinden ayrılmaz sadık iki dost, arkadaş olmuştu. Onunla sessiz ve gizli bir iletişim içindeymiş gibi gelip gövdesine sevgiyle sarılırdı. Sakin ve dingin zamanlarda dallarına salıncaklar kurardı.

Demet'in ailesinin hayatı sarsıntılarla geçmişti. Selvi anne derdini yalnızca komşu kadına anlatırdı. Demet, yan odasında konuşulanları duyardı. Annesi, babasıyla yaşadığı aşk hikayesini komşu kadına anlatırdı bir. O ise  bazı aile sırlarını bu şekilde öğrenmişti. 

Annesi güzel bir kadındı. Babasına kaçarak varmıştı. Babası ile birbirlerini çok seviyordu.

Babasının ona doğum gününde aldığı bir günlüğü vardı. Yaşadığı acı tatlı ne varsa her anı anı defterine yazıyordu, ama o yazdığı kısa hikâyelerinde en çok ceviz ağacına yer veriyordu.

Bir karakış gecesiydi. Dışarıda sicim gibi yağmurlar yağıyor, gök dilenircesine gürlüyordu. Çok geçmeden yağmur, fırtınayla karışık yağmaya başladı. Yağmurun sesi kiremitleri dövüyor, dam yer yer akıyordu. Selvi Anne ilk akşamdan tavandan akan sular için yerlere tabak, leğen yerleştirmişti.

Demet aniden patlayan gök gürültüsüyle birlikte uyandı! Dışarıda yağmur hızını iyice artırmış, damda şakıyan damlaların uğultulu sesi, gecenin tüm sessizliğini bastırıyordu. Sonra başını yastığa koydu. Uyumak istiyordu. Yeniden patlayan gök gürültüsü ile korkuyla irkildi! Ara ara şimşeklerin aydınlattığı karanlık odada etrafına bakındı. Kardeşi Can mışıl mışıl oyuyordu. Gözleriyle merakla annesini aradı, ama onu göremiyordu. Daha dikkatle baktığında, onun yatağında başına yorganı çekmiş gibi olduğunu görür gibi oldu?

Zaman ilerledikçe Demet daha da huzursuzlanmaya başlamıştı. Bir yandan gök gürültüsünden korkuyordu! Bir an için annesine sokulmak, ona sarılmak istiyordu. Onun yatağına gitti. Annesi yerinde yoktu. Bu sırada yağmur biraz da dinmişti. Oda kararmış, ortalığı garip bir sessizlik kaplamıştı.

Demet usulca annesine seslendi. Cevap veren yoktu. Komşu kadın onlara sık sık gelirdi. Akşam yaşananlardan sonra annesinin komşulara gitmiş olabileceğini düşündü. Ama yine de yüreğine çöreklenen korkuyu yenemiyordu. İçinde garip bir yalnızlık hissetti. Yatağına kıvrılıp uyumaya çalıştı. Uyuyamıyordu. Babasıyla yaşadıkları mutlu ve acı dolu günler, gözlerinin önünden film şeridi gibi akıp gitti.

Demet’in dedesi, ona göre geçimsiz ve garip bir adamdı. Babasıyla annesini çocuklarının gözleri önünde hakaretler yağdırarak, dövmeye yeltenirdi. Neden sonra babası ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Çok geçmeden de hayata gözlerini yumdu. Onu kaybeden Selvi annesi uzun uzun ağlamış, günlerce onun ardından yas tutmuştu.

Demet’in baba ölünce, dedesi daha sık gelmeye başlamıştı. Onun gelişleri, kâbustan öte bir şeydi. Bu sırada Selvi anneyi de isteyen çok oluyordu. Ama o çocukları adına kimseye varmak istemiyordu. O çocukları adına hem yoksulluğa, hen de kayınpederinin şiddetine sabırla direnmeye çalışıyordu.

Dedesi ile babaannesi onların anlayamadığı nedenle, Selvi annenin hayatını zehir ederek, ona karşı her biri ayrı bir koca kesilmişti. Yetmez gibi Selvi anneyi engelli kaynına varması için ona baskı yapıyorlardı. Selvi anne ise isyanlardaydı. Çocuklarının Amcası, ağabeyi ile tutuştuğu silahlı kavgadan sonra onlara küskündü. Kaynı ağabeyini vurarak ölmüş, o ise sandalyeye mahkûm olmuştu.

"Sen iki oğlumuzun başını yedin! Kocan senin yüzünden, kardeşine üzüntüsünden öldü! Şimdi güne çıktım sanıyorsun öyle mi? Ya babanın evine gidersin, yada kaynına varırsın! Varmazsan, bundan böyle burada sana hiç yer yok artık; bunu böyle bilesin!"

"Ne olur, bunu benden istemeyin. Olmaz, olmaz! Asla olamaz! Çocuklarımın amcası, kardeşimin katili!… Nasıl desiniz bunu? Vicdanınız elveriyor mu? Hem kocamın yatağına kardeşini nasıl alırım? Hayır! Ölürüm de varmam! Yapamam!"

O günden sonra akşamları birileri gelip evin kapısını çalıp kaçıyordu. Sonra da gelip pencere ve dama taş atıyorlardı. Selvi anne delirtmiş gibiydi! Taş atanlara bağırıyor, çağırıyor ama elinden bir şey gelmiyordu. Komşu kadın olanları duydukça geliyor ve Selvi’ye anneye; "adın çıkmadan evlen de kurtul!" diyordu.

Yaşananlar Demet’in annesini çileden çıkarıyordu. Sonraları komşu kadınla birlikte, bazı yabancı insanlar gelip gitmeye başlamıştı. Selvi komşu kadınla birlikte yabancılarla tartışır gibi konuşurken, Demet konuşmaları yan odada duyuyordu, ama kimin ne demek istediğini anlayamıyordu. Dedesi ise geleni gideni diyor ve buna çok daha öfkeleniyordu.

Dedesi, bir gün yine ilk akşamdan hışımla gelip evi basmıştı! Uzun uzun hakaretler yağdırarak, çocukların gözleri önünde Selvi annenin kafasına sandalye fırlatmıştı! Selvi anne ise kendini kapıya zor atmış, canını zor kurtarmıştı!

Selvi gecenin ilerleyen saatlerinde eve döndüğünde artık hiç konuşmuyordu. Çocuklarını uyumuştu. O, hıçkırıklarla yatağına gömülmüştü. Uzun Uzun inlemelerden sonra ölümün sessizliğe bürünmüş gibiydi. Bu sırada dışarıda şiddetli bir yağmur başlamıştı. O ise korku nöbetleri geçiriyor, uyku ve uyanık arasında sayıklar gibiydi.

Selvi biraz olsun kendine gelmişti. Etrafına bakınarak usulca yatağında doğruldu. Her yer karanlıktı. Etrafına bakındı. Ev ona yabancı gibi gelmişti. Yerinden fırlar gibi kalktı! Kapıya koştu. Saçları darmadağınıktı. Burnundan akan kanı fark etmiyordu. Sokağa çıkıp, gecenin karanlığında gözden kayboldu.

Demet, gecenin ilerleyen saatlerinde kardeşi Can ile odada yapayalnızdı. Uyuyamıyordu. Dedesinin ilk akşamdan gelip evde terör estirmesine isyan ediyordu. Aklında anne ve babasının onun yüzünden yaşadıkları acılar vardı. Bu düşünüşle usulca yatağına kıvrıldı. Yağmur biraz olsun dinmişti. Annesinin yatağına son bir kez bakarak gözlerini yumdu.

Dışarıda yağmurun şiddeti iyice artmıştı. Selvi sokaklarda başıboş dolanıyordu. Artık hangi yöne gittiği umurunda değildi. Birden bir aracın farı gözlerini kamaştırdı. Sonra fren sesi ile derin bir sessizlik oldu.

Demet yağmurlu gecenin ardından, güneşin tüm berraklığıyla aydınlattığı bir sabaha uyanmıştı. Gözlerini açtığında, kardeşinin annesine seslenirken gördü. Yüreğine nedenli nedensiz bir korku düşmüştü! Belli ki annesi gece boyu eve hiç gelmemiş yatağı bomboş gibiydi.

Demet, o gün akşama kadar Can kardeşiyle birlikte onu köşe bucak aramaya koyuldu. Selvi Anne, komşu kadın dahil hiçbir yerde yoktu. Büyükanne ile dedesi de onları duymuştu. İkisi de öfkeden deliye dönmüştü.

“O… kaçtı demek! Başka adamalara o… yapmak için kaçtı! Gitsin ve bir daha dönmesin! Dönerse, yaşatmam valla!” diyerek esip gürlüyordu.

Dedesi ile büyükannesi, Selvi anne aleyhine hakaretler yağdırarak uzun uzun söylendi. Yanlarında torunlarını da alıp götürmek istiyorlardı. Ama Demet ile Can onlarla hiçbir şekilde gitmek istemiyordu. İkisi de evden ayrılmamak için var gücüyle onlara karşı direndi. Ne ceviz ağacının dallarına, vuran rüzgarın uğultulu sesi çare oluyordu, nede komşu kadınların söylenişi çare değildi.

Demet, bir an için dedesinin elinden kurtulup kaçmayı başardı. Bu sırada Dedesi kardeşi Can’ı yakalamış, güçlükle arabaya bindirmeye çalışıyordu. Can bir süre daha dedesinin kollarında çırpınarak bir süre direndi. Sonra güçlü bir hamle yaparak, onu itekleyerek bir anda yere düşürdü! Onun düşmesiyle de Can, var gücüyle kaçmaya başlamıştı. Adam ise patates çuvalı gibi yere yığılmıştı. Ayağı kırılmış, kalkamıyordu. Bağır çağır onları götürmekten vazgeçip çekip gitmişti.

O günlerden sonra aylar geçmişti. Selvi anneden hala bir haber alınamıyordu. Çocuklar o küçük evde bir başlarına yaşıyor, bir yandan da ilkokula gidiyorlardı. Can, okul çıkışı simit satarak harçlığını biriktiriyor, Demet okul dönüşlerinde yaşlı komşu kadının evini temizliyor, ona çorba pişirip karşılığını alarak, konu komşunun yardımıyla da geçinip gidiyorlardı.                                                                                               

Aynı sıralarda gizli bir el, geceleri gelip çocukların kapı koluna bir poşet ekmek asıp gitmeye başlamıştı. Demet okula giderken de yolu üzerindeki elektrik direğinde bir poşet ekmeğin asılı olduğunu görüyor, dönüşte de ekmeğin yerinde olmadığını fark edince merakı daha da artıyordu. Çocuklar, hiçbir şeylerini dedeleri duysun, bilsin istemiyordu. Ellerindeki ekmeği alır korkusuyla, bunu bir sır gibi saklıyorlardı.

Demet, ekmeği hem kapılarına hem de elektrik direğine asanın aynı kişi olabileceğini düşünmeye başlamıştı. Bunun kim olduğunu öğrenmek istiyordu. Birgün erkenden kalkarak, o gizli elin sahibini takip etmeye başladı.

Demet, günler sonra gerçeğe bir adım daha yaklaşmıştı.

Bir okul dönüşünde biraz ileride şık görünümlü bir kadının çöpü karıştırırken gördü. Şaşırmıştı. Uzaktan dikkatle bakınca, kadının annesine benzediğini fark etti. Dayanamadı. Yanına iyice yaklaştı. Yanılmadığını anlayınca şaşkınlığı biraz daha artmıştı. Çöpün başındaki kadın, annesinden başkası değildi. Heyecanla koşup onun boynuna sarıldı. Kadın bir taş duvar kadar hareketsizdi. Karşılık vermedi. Küçük kız daha fazla kendini tutamadı. Ağlıyordu. Kadın ise cansız bir heykel gibi kıpırtısız duruyor, ona karşı hiçbir tepki vermiyordu. Demet, bir an için soğuk bir duvara toslamış gibi geri çekildi! Onun çekilmesiyle kadın çöp konteynır dönerek, başını yeniden gömmüştü.

Demet yaşadıkları karşısında şaşkındı! Ona bir süre daha acı acı bakarak,"anne" diye seslenmeye devam etti. Seslenişleri, aynı şekilde yanıtsız kalıyordu. Küçük kız işe yolun karşına geçip, kaldırıma oturdu. Annesini bulmuşken, onu bir daha öylece bırakıp gitmek istemiyordu. Kadın ise dünya merkezinden kopmuş gibi kendi kendine konuşuyordu.

"Bu ekmek kızıma, bu ekmek oğluma, bu ekmek aç çocuklara, bu ekmek kuşlara" vb. tekrarlayıp duruyordu.

Çok geçmeden siyah camlı lüks bir araba gelip çöpü karıştıran kadının yanında durdu. Araçtan orta yaşlı, şık giyimli bir adam inmişti. Adamın elinde kırmızı-siyah bir şal ile iki poşet dolusu ekmek vardı. Adam bir poşet ekmeği elektrik direğine astı, diğerini kadını eline tutuşturdu. Şalı kadının üzerini atıp sevgiyle sarıp sarmaladı. Şalla birlikte ona şevketle sarılarak, kadını araca bindirmeye çalıştı. Kadın ise dönüp dönüp çöp konteynıra bakıyordu.

Adam aracın kapısını açarken, bir an için Demet’le adam göz göze gelmişti. Sonra anlamsızca başını çevirerek kadına usulca fısıldadı.

"Gel sevgilim, üşüyeceksin! Sultanım! Biricik aşkım! Bırak artık bunları. Bak, ayıp oluyor yani. Hem merak etme sen. Biliyorsun, hepsine yetecek kadar ekmeğimiz var çok şükür. İnan buna! Ne olur düşünme, gel artık."  

Demet onları öylece sessizce seyrederken, hıçkırıklara boğulmuştu. Başını kaldırdığında, araç bir anda yitip gitmişti. Kız, gözyaşlarını silerek evin yolunu tutu…

Hatice Elveren Peköz (Senarist Yazar Editör)